Hepimiz biraz narsistizdir ve bunun farkına vardığımız anlar olmuştur. Özellikle, kendimizden daha aşağıda ya da kusurlu olduğunu düşündüğümüz kişilere karşı mesafeli, kibirli ya da tiksintiyle baktığımız anlar olmuştur. Hatta bazen onlara hiç bakmayız. Bu kişi bazen bir dilenci, bazen de fiziksel engeli olan birisi olabilir. Ancak, bunun sonuçlarını çok azımız düşünmüştür. Zararsız sandığımız kibrimizin nelere sebep olabileceğini hiç sorgulamamışızdır. İnsanın çok masum ve doğuştan iyi olduğu düşüncesine kapılıp, hepimizin zaman zaman hissettiği bu duygulardan bahsetmeyerek polyannacılık yapmak istemiyorum. Başta da dediğim gibi, hepimiz bazen çirkinleşebiliriz. Bu durumu bilinçli veya bilinçsiz şekilde gerçekleştirebiliriz. Bu yazının amacı, zaten filmin bize karikatürize karakterler aracılığıyla söylediği şeyi vurgulamak: sandığımız kadar masum değiliz. Masum olmadığımız bir gerçek; peki suçlu muyuz? Film de işte tam olarak bunu sorguluyor. Neden suçluyuz ve ne yapmalıyız?
The Fisher King, travma, kefaret ve geçmiş hatalarımızla yüzleşmenin karmaşık yollarını ele alan çok katmanlı bir film. Film, dikkatsizce yaptığı yorumlarla felaketlere yol açan, bencil bir radyo sunucusu olan Jack Lucas ile aynı olaydan sonra akıl sağlığını yitiren eski bir öğretmen olan Parry’nin kesişen hayatlarını konu alır. Bu iki karakterin iç içe geçmiş kaderleri, özellikle ikincil travma, sorumluluk ve insan ilişkilerinin iyileştirici gücü üzerinden derin psikolojik mücadeleleri gözler önüne serer.
Jack’in Düşüşü ve İkincil Travmanın Etkisi
Film, Jack Lucas’ın şöhretin zirvesinde olduğu, başkaları üzerindeki duygusal etkisini umursamayan bir adam olarak başlar. Ancak bu durum, radyo programında yaptığı sıradan bir yorumun Edwin adlı dengesiz bir dinleyiciyi bir katliam yapmaya teşvik etmesiyle değişir. Jack, bu olay sonucunda yaşanan ölümleri öğrendiğinde büyük bir şok yaşar ve zihinsel bir çöküşe girer. Jack, travmayı doğrudan yaşamamış olsa da, trajik olaya bağlantısı nedeniyle ikincil travma yaşar. Ayrıca olayla dolaylı olarak bağlantılı olmanın getirdiği psikolojik yük onu derinden etkiler. Bu travma, Jack’i altüst eder ve işini yapamayacak kadar etkiler. Jack'in mücadelesi, bu olayda kendisini derin bir sorumluluk içinde hissetmesiyle daha da karmaşık hale gelir. Fiziksel olarak suçu işlememiş olmasına rağmen, yaptığı yorumun Edwin'in kararına etki ettiği düşüncesi onu rahatsız eder ve film boyunca peşini bırakmaz. Jack, bu suçluluk hissinden kurtulmak için Parry'ye yardım etmeye çalışır. Parry, Edwin'in kurbanlarından birinin eşidir ve Jack, Parry’ye yardım ederek borcunu ödemeye çalışır. Ancak, Jack’in bu yardımı başta gerçek empati içermemektedir. Asıl amacı, kendi vicdanını rahatlatmak ve eski hayatına geri dönmektir.
Parry ve Kırmızı Şövalyenin Sembolizmi
Parry’nin karakteri, filmin travmayı nasıl ele aldığını anlamak için kilit bir unsurdur. Parry, ciddi bir travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaşamaktadır ve kendisini bir şövalye olarak gördüğü bir fantezi dünyasına sığınmıştır. Film boyunca Parry, Kırmızı Şövalye tarafından sürekli olarak kovalanır. Bu şövalye, Parry’nin bastırmaya çalıştığı travmanın bir sembolüdür—eşinin öldürüldüğü geceyi temsil eder. Şövalye, Parry her umut ve mutluluk hissettiğinde ortaya çıkarak onu tekrar zihinsel acısına geri çeker. Pary’nin sanrısındaki kızıl şövalyenin kırmızı renkte olması tesadüf değildir. Kırmızı kan ve vahşeti temsil eder. Parry’e eşini kaybettiği geceyi hatırlatır.
Bilinçdışındaki Travmanın Varlığı ve Şifa Olarak Sevgi
Her şeye rağmen Parry ismini sonradan öğreneceği Lydia adlı bir kadına aşık olmuştur. Daha öncesinde hiç iletişime geçememiş olduğu Lydia ile olan ilişkisi, hikayede önemli bir dönüm noktasıdır. Sosyal zorluklarına rağmen Parry, Lydia’ya derin bir aşk besler. Lydia da sosyal etkileşimde zorluklar yaşayan biridir. Bu durumu Parry’e yardım etme ve kefaretini ödeme fırsatı olarak gören Jack sevgilisi Anne ile birlikte Parry ve Lydia’yı buluşturur. Anne Parry ve Lydia için “birbirleri için yaratılmışlar.” der ve ekler “Amor vincit omnia” yani “Aşk her şeyi yener”. Burada söylenen filmin ana mesajlarından birisidir. Sevgi en güçlü iyileşme kaynaklarından biridir.
Parry, Lydia ile buluşma konusunda başta tereddüt eder ve Jack’e "Bilmiyorum, kötü bir şey olacak gibi hissediyorum" der. Bu ifade, Parry’nin bilinçdışında travmasının hala var olduğunu gösterir. Bağ kurmak istese de içinde taşıdığı acı, korku ve geçmişin izleri, mutluluğun bile bir felaketle sonuçlanacağını düşündürür. Günün sonunda Parry, Lydia’ya olan aşkını ilan ettiğinde ve Lydia da bu aşka karşılık verir. Ancak bu mutlu an, Lydia’nın eve girmesiyle birlikte Parry’nin travmasının tekrar ortaya çıkmasıyla bozulur. Buluşma sonrası Parry bir kriz geçirir ve Kızıl şövalye sanrısını görerek ondan kaçmaya başlar. Sonunda kötü nyetli iki kişi tarafından saldırıya uğrayarak komaya girer. Bu olay, Jack’i gerçekliğiyle yüzleştirir; yüzeysel bir kefaretle işleri düzeltme çabalarının yeterli olmadığını anlar. Parry’nin çektiği acıda dolaylı olarak büyük bir sorumluluğu olduğunu kabullenmek zorunda kalır.
Gerçek Empati ve Kefaret Yolculuğu
Hastanede komada yatan Parry’nin başucunda, Jack taşıdığı büyük sorumluluğun ağırlığıyla mücadele eder. Umutsuzca bu duygulardan kaçmaya çalışsa da sonunda kaçamayacağını fark eder. Parry’nin daha önce ona anlattığı “Fisher King” hikayesinden bahsedilen kutsal kaseyi çalmaya karar verir; bu hem Parry’yi hem de kendisini iyileştirebilecek sembolik bir harekettir. Fisher King efsanesi, yalnızca bir "deli" tarafından şefkat gösterildiğinde iyileşebilen yaralı bir kralı anlatır. Jack, bu hikayede deliyi temsil eder ve hem Parry’yi hem de kendisini iyileştirebilmek için ona şefkat göstermek zorundadır. Onların ilişkisi, bu efsaneyi yansıtır ve şifanın bencilce kefaret arayışıyla değil, saf bir gerçekliğe sahip empati ve sorumlulukla mümkün olduğunu gösterir. Bu farkındalık, Jack’in sadece Parry’ye yardım etmekle kalmayıp, kendi hayatındaki sorunları da çözmeye başlamasına yol açar. Duygusal olarak mesafeli ve narsist olan Jack, kız arkadaşı Anne ile olan sorunlu ilişkisinin de böyle bir sürece ihtiyacı olduğunu sonrasında anlayacaktır.
Toplumsal Yorum: Ahlaki Sorumluluk
The Fisher King, aynı zamanda toplumun marjinalleşmiş bireylere—evsizlere, akıl hastalarına—nasıl baktığımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini sorgular. Filmin başında Jack, bir dilenciyle göz teması kurmamak için limuzininin camını bile açmaz. Ancak ilerleyen sahnelerde bir tekerlekli sandalyede oturan bir dilenciyle sohbet eder. Sohbet esnasında bir adam, dilencinin elindeki kutuya para atarken yere düşürüp yoluna devam eder. Jack adam için “pislik herif sana bakmadı bile” der. Dilenci ise, adamın ona bakmamak için para attığını, insanların memnun olmasalar dahi yaptıkları işleri yapmaları için onlara bir çeşit motivasyon kaynağı işlevi gördüğünü ve onlar için bir çeşit "ahlaki trafik lambası" olduğunu söyler. Toplumun bu bireyleri görmezden geldiğini gösterir. Toplumun daha az şanslı bireyleri, aslında hepimizin bir gün düşebileceği durumları hatırlattıkları için bizlerde rahatsızlık yaratır. Biz her ne kadar onları görmezden gelmeye çalışırsak çalışalım onlara karşı bir sorumluluğa sahibiz. Aynı Jack gibi bizim de sorumluluğumuz var. Burada sorgulamamız gereken nokta: Farkında olmadan kimlerin travmasına sebep oluyoruz ya da hangi engelleyebileceğimiz travmaları engellemiyoruz? Üstelik çoğu zaman bu durumların farkında bile olmadığımız için kendimizi herhangi bir kefaret ödemek zorunda hissetmiyoruz. Önlem alınmayan afetler, şiddete maruz kalan binlerce kadın ve çocuk, yolsuzluklar, adaletsizlikler, çürümeler ve tüm bunları yapmasak da görmezden gelenler olarak başımıza gelmedikçe sustuğumuz tüm haksızlıklar. Tüm bunlar, bizlerin bu haksızlıkların bedelini ödeyenlere karşı sorumlu olduğumuz birer yük. Her birimiz kendi çapımızda birer Jack Lucas’ız. Tek bir farkla, bizler kefaretimizi dahi ödemiyoruz. Ve sonucunda travmatik olaylar sonucu travmatik bireylere dönüşüyoruz.
Sonuç
The Fisher King, travma, ikincil travma, sorumluluk ve iyileşme üzerine derin bir inceleme sunar. Film, geçmişi geri alamayacağımızı kabul ederken, gerçek empati ve sevginin hem kendimizi hem de zarar verdiğimiz insanları iyileştirebileceği mesajını veriyor.
Ege Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi
Emirhan Uslu
Comments