top of page
Yazarın fotoğrafıAltuğ Psikoloji

Kimsin sen? İnsan Kendini Tanıyabilir mi? (NOSCE TE İPSUM)


Kimsin sen? İnsan Kendini Tanıyabilir mi? (NOSCE TE İPSUM)


İnsan kendini tanıyabilir mi? Bu soru cevabından çok türeteceği yeni sorularla kendisini değerli kılıyor. “Bazen bir tek soruda bin cevaptan daha fazla patlayıcı madde bulunur” (s. 81) (Sofi'nin Dünyası- Jostein Gaarder). Belki de insan olmanın ne demek olduğunu sormak ile aynı soruyu soruyoruz. İnsanın kendini tanıması için gereken ne veya kendini tanımak ne demek ya da neden bu kadar önemli bu soruya bir cevap bulmak. Bu gibi sorular kendisine bir referans noktası bulamadığı ve herkes için potansiyel farklı cevaplar bulundurduğu için bu kadar gri. Öte yandan yine bu sorunun binlerce yıldır sorulması ve mutlak bir cevabının olmayışı, yani gri olması onu değerli kılan yegâne şey.


Tarihsel Gelişim

Öyle ki bu soru Felsefenin başlangıcı olan Antik Yunan’da bile en temel sorulardan birisi olmuştur. Delphi'de Apollon Tapınağı'nın girişinde “Nosce Te İpsum” yazılıydı. Kendini tanı anlamına gelen bu söz Antik Yunan’da filozofların sıkça kullandığı bir özdeyiş olmuştur. Bu özdeyiş genellikle bilgelik ve öz farkındalığın erdemlerini vurgulayan Yunanistan'ın Yedi Bilgesi'nden biri olan Spartalı Chilon'a atfedilir. Sokrates ve Platon gibi filozoflar daha sonra bu fikri savunmuş ve öğretilerine yerleştirmişlerdir. Örneğin Sokrates, kendini sorgulamayı insan çabasının en yüksek biçimi olarak görmüş ve “Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez” demiştir. Antik Yunan düşüncesinde kendini tanıma, özünde etik davranışla iç içeydi. Kişinin kendi doğasını kavraması, ahlaki seçimler yapmasını ve erdemli bir yaşam sürmesini sağlıyordu. Bu öz farkındalık aynı zamanda toplumsal uyum ve adaleti destekleyerek sosyal ve sivil sorumlulukları da kapsıyordu. Tarihsel bağlamda kendini tanıma problemi her dönem mevcut olsa da bu soruyu sorma motivasyonunda farklılıkların olduğunu görürüz.


Orta çağda bu soru daha çok Tanrı’nın varlığı ve Tanrı’ya ulaşma bağlamında ele alınmıştır. Sadece bu soruya özgü değil orta çağın fikir ve düşünce yapısının bir yansımasıdır. “Bir bütün olarak bakıldığında orta çağ felsefesi, özde Tanrı’nın varlığı, neliği ve kutsal metinlerin yorumu sorununa odaklanmış bir felsefedir.” (Aydın, H. (2015). Orta çağ Felsefesinde Dil, Düşünce ve Gerçeklik İlişkileri ve Metafizik Alandaki İzdüşümleri. FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (19), 1-28.) Orta çağda hem Hristiyan hem de İslam alemi açısından bu soru benzer biçimde ele alınmıştır. “İslam Literatüründe önemli fikirler üreten Müslüman alimlerin (ör. Al-Ghazali ve Mevlâna) kendini tanımanın kişinin yaratıcıyla kuracağı yakınlığının önemini vurgulamaktadır.” (Tekke, M., & Coşkun, M. (2019). Benzer şekilde Augustinus'a göre, insanın içindeki ruhu keşfetmesi, sadece dışsal gözlemlerle değil, aynı zamanda içsel bir araştırma ile mümkündür.


Tüm bu süreç sonrası modern dönemdeki bakış açısına geliyoruz. Rasyonelliğin ve bilimin ışığında gelişmeyi hedefleyen modern dönemde kendini tanıma daha emekleme aşamasında olan psikoloji biliminin konusu haline gelmiş ve Freud’un bilinçdışını keşfetmesiyle farklı bir boyut kazanmıştır. “Bilinç: Dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları fark edebilen zihin bölgesidir.”. “Bilinçdışı: Genel anlamda bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinç öncesini de içerir. Dinamik anlamda ise, bilinçdışı, sansür mekanizmasının engeli dolayısıyla bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir.” (Psikanaliz ve Sonrası- Engin Geçtan). Bu gelişmeler sadece psikoloji değil tüm felsefe ve kültürel öğretileri derinden etkilemiş ve değiştirmiştir. Bilincinde olmadığımız bir ben’e sahip olmamız ben kimim ya da insan kendini tanıyabilir mi sorusuna yeni bir boyut kazandırarak tekrar sorgulanmasına olanak sağlamıştır.


Jung ve Gölge Arketipi

Freud bilinçdışını keşfetmesi sonrası Jung, psikoloji alanında önemli bir figür olarak, insan psikolojisini anlamak için arketip kavramını geliştirmiştir. Jung'un dört ana arketipi şunlardır: Persona, gölge, anima/animus ve kendilik (self). Burada bu arketiplerden gölge arketipini ele alacağız. Çünkü gölge arketipi bireyin kendisiyle özdeşleştiremediği, kabul edilemez veya olumsuz olarak gördüğü yönleridir. Bu yönler genellikle bilinçdışında saklanır ve kişinin davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini etkileyebilir. Jung’a göre, gölgeyi tanımak ve kabul etmek, bireyin içsel bütünlüğünü sağlaması için kritik bir adımdır. Jung, gölgeyi iki ana kategoride tanımlar:

  • Kişisel Gölge: Bireyin kendi yaşam deneyimlerinden kaynaklanan ve bilinçli olarak bastırdığı özelliklerdir. Bu özellikler, yaşanmış travmalar ya da toplumsal beklentiler nedeniyle bilinçdışına itilmiş olabilir.

  • Ortak Gölge (Kolektif Gölge): Toplumun genelinde kabul görmeyen veya dışlanan özelliklerin bütününü temsil eder. Bu yönler, kültürel ve toplumsal normlarla biçimlenir ve bireylerde içsel çatışmalara sebep olabilir.


Gölge Korkusu

Gölge genellikle korkutucudur çünkü bizi görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz yanlarımızla yüzleştirir. Bu bastırılmış unsurlar utanç, korku veya rahatsızlık olarak ortaya çıkabilir, bu da kendini tanımayı zorlu ve genellikle acı verici bir süreç haline getirir. Göz ardı edildiğinde, gölge bilinçsiz bir kontrol uygulayarak yansıtma (kendi kusurlarımızı başkalarına atfetme) gibi davranışlara ya da tekrarlanan olumsuz kalıplar yoluyla kendi kendini sabote etmeye yol açar. Fakat kendini tanımak için gölgeyle yüzleşmek şarttır. Gölgeyle yüzleşerek ve onu bütünleştirerek bastırılmış enerji ve potansiyeli açığa çıkarabilir, kişisel gelişime ve daha bütünsel bir benlik duygusuna yol açabiliriz.


Gölge ile Yüzleşme

Jung’a göre, gölge ile yüzleşmek ve onu kabul etmek, bireyin kendisini keşfetmesi için gereklidir. Bu süreç genellikle şu adımları içerir:

  1. Farkındalık: Birey, kendi gölge yönlerini tanımaya başlamalıdır. Bu süreç, içsel gözlem ve duygusal tepkilerin analizi yoluyla gerçekleşir.

  2. Gölge Çalışması: Jung'un önerdiği "gölge çalışması", kişinin bastırdığı duygu ve düşünceleri yüzeye çıkarmasına yardımcı olur. Bu süreçte rüya analizi, yazılı ifade ve terapötik diyaloglardan yararlanılır.

  3. Kabul Etme: Gölgenin varlığını kabul etmek, kişinin kendisiyle barışık olmasını sağlar. Bu aşamada birey, daha önce reddettiği yönleriyle yüzleşir.

  4. Bütünleşme: Kişi gölgesiyle barıştığında, içsel bütünlüğe ulaşmak için bu yönleriyle bütünleşir. Bu süreç, bireyin daha özgün ve yaratıcı bir yaşam sürmesini sağlar.


Genel Çıkarım

Kendini tanıma yolculuğu hem kadim bir arayış hem de modern bir gerekliliktir. Antik Yunan’daki “Nosce Te İpsum” bilgeliğini Jung'un gölge kavramındaki içgörüleriyle birleştirerek kendimizi daha derinlemesine keşfedebiliriz. Bu yolculuk her zaman kolay değildir ancak otantik ve doyurucu bir hayat için vazgeçilmezdir.

Unutulmamalı ki, gerçek öz-bilgi mükemmelliğe ulaşma çabası değildir. Mesele, tüm benliğimizi—hem ışığı hem de gölgeyi—kucaklamak ve bu kavrayışı daha bilinçli yaşamak ve dünyaya anlamlı katkılar sunmak için kullanmaktır.

Kendini tanıma yolu ömür boyu sürer fakat attığımız her adım bize daha fazla farkındalık, özgürlük ve gelişim potansiyeli sunar. Bu yolculuğa başlarken ya da devam ederken şunu akılda tutun: Asıl zorluk sadece kendimizi tanımak değil, varlığımızın tüm yönlerini kabul etmek ve bütünleştirmektir.

Ege Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi Emirhan Uslu

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page